Sezin'in Seçtikleri (Mekanlar-İnsanlar-Trendler)

8 Ekim 2009 Perşembe

2 Ağustos 2009 Pazar - Posta Ege
Çeşme gecelerinin vazgeçilmez adresi:
SHAYNA

Çeşme’nin o deli rüzgarında sığınılacak liman arayanların uğrak yeri olan Shayna, dümdüz pırıl pırıl denizi, geniş plajı, rahat şezlongları, kocaman minderleri, muhteşem manzarası ve kaliteli hizmet anlayışıyla gündüz denize girmek isteyenlerin tercih ettiği bir muhteşem bir plaj... Geceleri ise dünyaca ünlü sanatçıları ve DJ’leri ağırlayan, büyük prodüksüyonlara imza atan, “Yüzde Yüz Türkçe” partileriyle cuma gecelerine damgasını vuran, Çeşme gecelerin vazgeçilmez adresi...

İzmir’in tanınmış simalarından İbrahim ve Cem Eliş kardeşlere ait Shayna’nın sekiz yıllık geçmişi var. İbrahim ve Cem, üniversite ve MBA eğitimlerini tamamladıktan sonra bir süre özel sektörde çalışıp kariyer yapıyorlar. Sonra, ailelerine ait arazide “butik otel” açma sevdasıyla başlayan maceraları “Shayna Beach Club”le noktalanıyor. Bugün, yeni bir markayla kendi restoranlarını yaratmanın mutluluğunu yaşıyorlar. Bu sene “Shayna Beach Club”ın bünyesinde, İtalyan asıllı Amerikalı Şef Paul Morello’un elinden çıkan dünya mutfaklarının en güzel örneklerini bir arada bulabileceğiniz “Chefood” adında restoran açmışlar. Gece iskelede, ışıl ışıl Aya Yorgi manzarasının mükemmel atmosferinde, şık ve kaliteli hizmet veriyorlar. Gündüz de bu kaliteden hiç ödün vermeden, kulübün en uzak köşesine kadar servis yapıyorlar. Şef Paul Morello’un muhteşem yemeklerinin yanı sıra şarap mönüleriyle de oldukça iddialılar. Bundan sonra yeni markaları “Chefood Restaurant”la da çok konuşulacağa benziyorlar. Eliş kardeşlerle, Aya Yorgi Koyu’ndaki Shayna’da yaptığımız röportajımızda, onların yüksek iş temposuna ayak uydururcasına, sekiz yıllık serüvenlerini iki saate sığdırdık.

Sekiz yıllık serüven

İbrahim ve Cem Eliş kardeşler kimdir ?

İbrahim: İzmir Atatürk Lisesi’nden mezun olduktan sonra Boğaziçi Üniversitesi’nde siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler okudum. MBA yapmak için Amerika’da iki sene master yapıp Türkiye’ye döndüm. Askerlikten sonra Eczacıbaşı’nda Girişim Pazarlama’da kategori uzman yardımcısı olarak işe başladım. Ericsson şirketinde pazarlama bölümünde de iki sene çalıştım. Sonra kendi işimi kurmaya karar verdim.
Cem: 1969 doğumluyum. Bornova Anadolu Lisesi’ni, sonra da İstanbul Üniversitesi İngilizce İşletme Bölümü’nü bitirdim. İş hayatına atılmadan önce New York Paiste Üniversitesi’nde yatırım yönetimi masterı yaptım. Altı sene Finans Bank’ta müşteri temsilcisi ve genel müdürlük bünyesinde hazinede pazarlama departmanında çalıştım. Ardından, Shayna’nın bulunduğu burasıyla ilgilenmeye başladım.

Shayna’yı açma fikri nasıl ortaya çıktı ?

Cem: Şu anda Shayna’nın bulunduğu yer eski bir aile büyüğümüze ait. Bu arazi üzerinde ne yapabiliriz diye araştırdık. Bu alan imara açık olmadığı için sadece günübirlik tesis yapma ruhsatı vardı. Burada da çok küçük bir işletme vardı zaten. Biz kendi ruhsatımızla 2002 yılında açtık Shayna’yı . O gün bu gündür de her sene üzerine bir şeyler koyarak devam ediyoruz. Shayna’nın gelişen bir çizgisi olduğuna inanıyoruz.
İbrahim: Burada Shayna’dan önce doğru dürüst bir şey yoktu. Aslında buraya önünde iskelesi olan bir butik otel açmak istemiştik. Sit kararı ve mimari durum gereği yapamadık. Ben ilk ağabeyime yardım amaçlı başladım işe.

Şimdi sekiz yıldır, aynı isim ve aynı logoyla yolumuza devam ediyoruz.
İlk açtığınızdan bu yana neler değişti ?

Cem: Amacımız gündüz plaj, geceleri de bar konseptini oturtmaktı, bunda çok başarılı olduk. Her sene yenilikler, ilaveler yaptık. Marka olduk. Tanınırlığımız giderek arttı.
İbrahim: İlk başta ufak 50-60 kişilik bir restoranla başladık. Gündüzleri plaja servis verdiğimiz küçük bir restoran... Bu iş için ayrı bir emek harcanması gerektiğini fark ettik ve restoran işletmemizi İstanbul’daki örnekleri gibi, başkasına vermeyi tercih ettik. Biz de plaj ve bar kısmıyla ilgilendik. Yaklaşık altı sene boyunca farklı işletmelerle çalıştık. En sonunda işin restoran tarafına girmemiz gerektiğine karar verdik. Bu nedenle bu sene “Chefood” markası altında kendi markamızı, kendi restoranımızı yarattık.

Şef Paul Morello’nun iddalı mönüsünü biraz anlatır mısınız ?

İbrahim: Gündüz-gece mönüleri farklı. Gündüz plajda güneşlenirken şezlongunuzdan hiç kalkmadan yiyebileceğiniz 50 çeşit yemek var. Çocuklar için ayrı bir yiyecek grubu var. Bu müşterilerimizin çok hoşuna gitti. Gece ise mönümüze özel ana yemekler ekledik. Günlerce şarapta bekletilmiş etler ve genellikle bonfile dışında hayvanın diğer yerlerinin marine edilmesiyle yapılmış çok özel yemekler koyduk. Belçika mutfağından kum midyeli Gnocchi, Arjantin mutfağından chimmichurri soslu et, İtalyan mutfağından pizzalar ve Japon mutfağından örnekler var. Tabi kendi mutfağımızı saymamıza zaten gerek yok... Bu şefimizin yetenekleri sayesinde oldu. Şefimiz özellikle salatalarda çok iddialı. Salataların kendi özel sosları var. Ayrıca sunumlarımız da oldukça ilginç.
Çok güzel ve özenle hazırlanmış bir şarap mönüsü de görüyorum!

İbrahim: Güzel bir şarap mönüsü hazırladığımıza inanıyorum. Şarap çeşitlerini oldukça geniş tuttuk. Şarap mönümüzde her şarabın altında gerekli bilgileri de yazdık. Ayrıca hangi yemekle hangi şarabın içilebileceğini de öneriyoruz. Mahsenimiz var, şaraplarımızı orada muhafaza ediyoruz.

Ünlü müzisyenlerle çalışıyoruz.
Restoran işine girmek yeni bir marka yaratmak kolay olmasa gerek...

İbrahim: Restoran işini çok iyi yapmamız gerektiğine inandık. Bunun için bütün kış çalıştık.
Cem: Amacımız restoran işini iyice öğrenmek ve oturtmak. Bu sektörde de var olmak istiyoruz.

Bundan sonraki hedefleriniz neler ?

Cem: Bu kış olmaz ama, ileride yeni restoranlar açmayı planlıyoruz. Kış aylarında İstanbul’da yaşadığımız için önce İstanbul sonra İzmir için planlarımız var. Sektörde büyümeyi hedefliyoruz.
İbrahim: Planlarımız var tabi ki. İzmirli müşterilerimizden kopmak istemiyoruz. Hem İstanbul hem İzmir de olup, her iki tarafı kışın da yakalayıp, yazları da onları Çeşme’de birleştirmeyi hedefliyoruz.

İstanbul da bir restoran açmak sizin için zor olmayacak mı ?

Cem: Sektörün devleri orada olsa da, potansiyel çok büyük. İyi birşey yaptıktan sonra insanlar onun değerini veriyorlar. Ayrıca kışları İstanbul’da yaşadığımız için oraya da hakimiz.

Aya Yorgi Koyu’nun en güzel, en uzun plajı sizin. Sizi diğerlerinden ayıran ne ?

Cem: 13 metrelik uzun bir sahilimiz var. En büyük farkımız, mönülerimizdeki herşeyi iskelenin ya da çimin en uzak köşesine kadar aynı kaliteyle götürmemiz.
İbrahim: Konumumuz gereği en son güneşi alan yer biziz, koyun ucunda olmamız nedeniyle de denizin en temiz olduğu noktada bulunuyoruz. Bu oldukça önemli bir avantaj. Devamlı bir şeyler katma çabasındayız. İnsanlar her geldikleri sene yeni farklı bir şey buluyorlar.
Bu koya teknelerde oldukça rağbet ediyor.

Teknelere de servis veriyor musunuz ?

Cem: İsteyen olursa veriyoruz tabi ki. Bir bot var onunla servis yapıyoruz.

Shayna’da ne tür müzikler çalınıyor ? Bu sezon programınızdan bahsedermisiniz ?

Cem: Gündüz plajımızda hafta içi yumuşak ve soft bir müzik var. Cumartesi ve pazar günleri ses seviyesi 17.00-19.00’a kadar biraz yükseliyor.
İbrahim: Gece bar programımızı ben anlatayım. Her cuma bizimle özdeşleşen ve çok ilgi gören Akşit Ersoy ile “Yüzde Yüz Türkçe” konseptimiz var. Akşit zaten benim çocukluk arkadaşım. Yıllar önce bu projeye beraber başladık, çok da iyi gitti. Bu sene de devam ediyoruz. Cumartesi geceleri için özel programlar hazırladık. Bu sene dört tane büyük partimizi sezonun en dolu olacağı haftalara yerleştirdik. Bir tanesi “Beggin”i yeniden remixleyerek hayata döndüren Madcon’du. 17 Temmuz gecesi “Selamün Aleyküm” diyerek sahneye girdi, oldukça sıcak bir kişiliği var, müthiş bir performans sergiledi. Gene dünyanın gelmiş geçmiş en iyi dans müzik DJ’lerinden biri kabul edilen Grammy ödüllü prodüktör Roger Sanchez, DJ Mag Top 100’e bu sene giriş yapan Fransız Martin Solveig sahne aldı. Daha önce de Shayna’ya gelmiş olan, bizimle özdeşleşen, dünya sosyetesinin bir numaralı DJ’i, “Buddha Bar” gibi dünyaca ünlü kulüplerin yaratıcısı, uluslararası müzik fenomeni Claude Challe, 8 Ağustos akşamı yine Shayna’da müzik yapacak.
Cem: Bu dört günün dışında cumartesi geceleri bizim DJ’miz Cüneyt çalıyor. O da az değildir hani!

Dünyaca ünlü DJ’leri Çeşme’ye getirmeyi nasıl başarıyorsunuz? Kimi getireceğinize nasıl karar veriyorsunuz?

İbrahim: Genelde prodüksüyonu olup, şarkıları, klipleri MTV, Number One TV’de dönen, Metro FM, Power FM’de müziklerini duyabileceğiniz prodüktör DJ dediğimiz isimleri getirmeye çalışıyoruz. Power FM’le senelerden beri medya sponsorluk anlamında beraberiz. Onların müzik direktörleriyle konuşarak hangi DJ’leri getireceğimize karar veriyoruz. Bir de beraber çalıştığımız menajerler var. En geç ocak ayında DJ seçiminizi yapıp anlaşmaları yapmanız gerekiyor. Bu isimleri başka türlü getirmeniz mümkün değil. Bir de Çeşme ve Shayna’yı tanıtan fotoğraflarla onları ikna etmeniz gerekiyor. Genelde geldikleri zaman Çeşme’yi ve Shayna’yı gördüklerinde büyüleniyorlar. Roger Sanchez kendisini dinleyen kitleyi çok beğendi. Mekanın deniz kıyısında olmasını, insanların enerjisini çok beğeniyorlar ve çok mutlu ayrılıyorlar. Mesela Claude Challe, “Ben hayatımda DJ kabininden deniz manzarası görmedim” dedi. Geçen gelişinde 4-5 gün fazladan kalmıştı, bu sene kızıyla beraber geliyor.


Birbirimizi tamamlıyoruz

Çok farklı karakterlerde kardeşlersiniz, beraber çalışmak nasıl yürüyor ?

İbrahim: Bazı işler vardır ki ağabeyim bilir, karar verir, sonra bana söyler. Bazı işler var ki, ben karar verir ve uygularım, sonra ona söylerim. Yani birbirimizi çok iyi tamamladığımız yönler var. Aramızda doğal bir iş bölümü vardır. Aile işi yapmak zor derler ama biz memnunuz.
Cem: İbo’nun beni tamamlayan birçok yönü vardır. Belki de iki kardeşin ortak olması, beraber çalışması daha kolay aslında. Özellikle bu işte arkanızı döndüğünüzde güvenebileceğiniz birilerin orada olması çok önemli. Biz kardeş olmanın avantajlarını yaşıyoruz.

İşin zorlukları neler ?

Cem: Hizmet sektöründe birebir insanlarla muhattapsınız. Bu kesinlikle kolay değil. Herkesi memnun etmek çok zor. Biri sesin kısılmasını ister diğeri açılmasını, biri hamburger köftesini baharatlı ister, diğeri sade. Ortak müşterekte buluşup, genel bir memnuniyet sağlayıp markanızı yükseltmek olabileceklerin en iyisi. Biz bunu yaptık, bu işin diğer zorluklarını pek yaşamadık.
İbrahim: Çalışma saatleri çok uzun. Özellikle yazın tempo çok garip. Hiç uyumadığımız veya günde sadece iki saat uyuduğumuz zamanlar oluyor. Hep burada olmak zorundasın. Müşteri seni görmek istiyor, geldiğinde muhakkak seninle konuşmak istiyor. Çok özveri isteyen bir işimiz var. Kendinden ve hayatından çok vermek zorundasın. Yaz-kış bu tempo yapılamaz. Shayna saat 10’da açılıyor ve sabah 5’de kapanıyor, arada kalan o beş saatte de temizlik yapılıyor. Yani hiç kapanmayan bir yer diyebiliriz. Üstelik haftanın her günü açık. Bu yüzden öyle bir tempo var ki en fazla 3-4 ay dayanabilirisiniz. Oniki ay kimse bu tempoya dayanamaz.


Dünya mutfağı yarattık
Yeni açılan Chefood‘da ünlü bir şefle çalıştığınızı duyuyoruz. Kim bu şef, size ne gibi katkıları oldu?

İbrahim: Uzun yıllar ABD ve Türkiye’nin önde gelen restoranlarında şeflik ve danışmanlık yapmış, İtalyan asıllı Amerikalı Şef Paul Morello’yla çalışıyoruz. Kendisi Türkiye’yi çok seviyor. Üstelik Türklerin damak tadını çok iyi biliyor. Kendi reçetelerini Türk damak tadına
uydurmayı iyi başarıyor. “Chefood”da kendi mönümüzü oluşturduk. Gece ve gündüz ayrı mönümüz var.
Cem: Çok ciddi bir mönü hazırladık. Restoranın gündüz servisiyle ilgili şu ana kadar çok iyi tepkiler aldık. Şefimizin becerileri sayesinde tam anlamıyla “dünya mutfağı” diyebileceğimiz zengin bir mönüye sahip olduk.
Sezin’ce

Çeşme’ye yeni bir eğlence anlayışı getiren büyük partilere ve unutulmaz gecelere imza atan Eliş kardeşlerin sahibi olduğu Shayna Beach Club aslında oldukça bilindik ve tercih edilen bir mekan.

Burası konaklama dışında, tatilcilerin ihtiyacı olan her şeyi neredeyse karşılıyor; gündüzleri plaj, geceleri ise restoran ve bar olarak hizmet veriyor. Aya Yorgi Koyu’nun çıkış noktasında olması, temiz ve dalgasız denizi, güneşi en uzun süre alıyor olması, Çeşme rüzgarından fazla etkilenmemesi, uzun plajı, rahat şezlongları, çimlerin üzerinde sere serpe yayılabileceğiniz minderleri ve en uzak köşesinde bile yerinizden kalkmanıza gerek olmadan yemek servisinin yapılabilmesi, denize girmek, güneşlenmek ve dinlenmek için sorunsuz bir gün geçirebileceğiniz belki de en iyi mekan. Eğer çocuklarınızla tatile çıktıysanız, rahatlıkla Shayna’yı tercih edebilirsiniz. Çocuk mönüleri bile var.

Shayna’yı mutlaka ünlü DJ’lerin unutulmaz partileri veya “Yüzde Yüz Türkçe” geceleriyle hatırlayacaksınız. İbrahim ve Cem Eliş kardeşler gerçekten güç bir işi başararak, Türkiye‘ye gelmesi oldukça zor ünlü isimleri, DJ’leri Shayna’da ağırlamayı başardılar. Bunlardan akıllarda en çok kalan, Çeşme’nin en güzel gecelerinden birine imza atan Claude Challe oldu. Claude Challe, Shayna için bir gelenek haline geldi diyebilirim. Bu sene de 8 Ağustos’ta Shayna’da sahne alacak, sakın kaçırmayın! Geçtiğimiz haftalarda “Beggin”i yeniden remixleyerek popüler yapan Madcon’u ağırladılar. Ben maalesef kaçırdım ama gidenler muhteşem bir gece yaşadıklarını söylüyorlar.
Bir de Akşit Ersoy’la cuma gecelerinin vazgeçilmez “Yüzde Yüz Türkçe” geceleri var tabii.

Yeni gözde “Chefoods”

Shayna‘nın yemeklerine gelince... İlk günden bu yana içerisinde hep birinci sınıf kaliteli restoranları barındıran Shayna’nın yemekleri hep güzeldi zaten. Ama Eliş kardeşlerin yeni restoranı Chefoods’un mönüsünü ve yemeklerini görünce şaşırmadım desem yalan olur. Ne yapmışlar öyle! İzmir’in alışık olmadığı bir çeşitlilik var mönüde. “Dünya mutfağıyız” diyorlar ve bunu gerçekten hak ediyorlar bence. Mönüyü okurken bile iştahınız iki katına çıkıyor. İşte size mönüden örnekler, “Şampanya ve havyar soslu ızgara somon ve deniz tarağı”, “Seafood Duo” ya da başlangıçlardan “Pancar Carpaccio üzerinde avakadolu Asya usulü somon tartar”, “Avacado Salmon Tartar”. Bu yemekleri bir de Shayna’nın iskelesinde deniz manzarası ve caz müziği eşliğinde yediğinizi düşünün lütfen. Bence öldürücü son darbeyi de muhteşem şarap mönüsü ile yapmışlar. Üstelik hangi yemekle hangi şarabı içeceğiniz konusunda da yanılma şansınız yok gibi! Çünkü onlar gerekli önerileri de yazmışlar mönüye...
Kısacası, Çeşme’de, daha doğrusu Aya Yorgi’de keyifli bir gün geçirme fırsatınız varsa, Shayna en doğru adreslerin başında geliyor.

Etiketler: , , , ,

30 Eylül 2009 Çarşamba

Aylin Onart - Art 10 Fikir Atölyeleri Projesi

9 Ağustos 2009 Pazar -Posta Ege


Akademi, sanat ve iş dünyası ONART’ın fikir atölyelerinde buluşacak

Aylin Onart uzun yıllar TRT ve birçok özel televizyon kanalında haber spikerliği, program yapımcılığı ve sunuculuk yaptı. Depreminde sekiz saat aralıksız canlı yayın yapması gibi önemli ve bir o kadar da zor işlere imza attı.

Betûl Mardin ile tanışması sayesinde halkla ilişkiler mesleğini seçti. 2008 yılının yazında, kriz ortamında yeni iş kurmak bir yana, yatırım yapmaya bile cesaret edemeyenlerin aksine, genç yaşına rağmen edindiği bilgi birikimi ve deneyimine güvenerek kendi işini açmaya karar verdi. Şimdilerde İzmir’in, İzmirli tek etkinlik yönetimi ve medya ilişkileri yönetimi alanında hizmet veren “On-Art İletişim Danışmanlığı-Halkla İlişkiler-Turizm” şirketinin sahibi.

Benim Aylin Onart ile tanışmama, onu daha yakından tanımama vesile olan ise, İzmir için bir nevi sosyal sorumluluk projesi sayılabilecek “Art 10 Fikir Atölyeleri” projesi... On-Art İletişim Danışmanlığı bünyesinde gerçekleştirilecek olan proje, birbirinden değerli isimleri, yaşam gurmelerini İzmirlilerle buluşturmayı hedefliyor.

Başarılı bir sunuculuk geçmişi, yeni işi ve projesi “Art 10 Fikir Atölyeleri” ile İzmir’e getirdiği yeni soluğun ve yoğun iş temposunun yanı sıra Aylin Onart, aynı zamanda “İzmir İş Kadınları Derneği” ve “Uluslararası İş ve Meslek Sahibi Kadınlar Derneği İzmir Şubesi-BPW İZMİR”in de Genel sekreteri. Çalışma yaşamında profesyonelliğin önemli olduğuna inansa da, yaşadığımız erkek egemen toplumda iş kadının iş hayatındaki yeri ve öneminin artırılması, iş potansiyelinin geliştirilmesi onun ana hedefi..

Her şey Günay Oğuz’la başladı

İletişim danışmanlığı ve turizmciliğe başlamadan önce spikerlik ve televizyonculuk yapıyordunuz. Bu mesleğe nasıl başladınız?
- İş hayatına başlamam haber spikerliği ile oldu. Yaklaşık 12 sene televizyon haberciliği yaptım. Bu güzel mesleği bana kazandıran, layığıyla yapabilmemi sağlayan, mesleğin duayenlerinden TRT’nin emekli baş spikeri Günay Oğuz’dur. 1992 yılında Günay Oğuz’la tanıştıktan sonra yayın hayatına başladım. Ona çok şey borçluyum.

O dönem İzmir’in ilk ve tek özel radyosu Dynamic Radio işbirliğiyle düzenlenen, Günay Oğuz’un verdiği “Diksiyon ve Etkili Konuşma Sanatı, Habercilik, Programcılık” seminer programına katıldım. 3 buçuk aylık eğitimin sonunda mesleki yatkınlığım ve Türk Dili üzerine araştırma-öğrenme merakım dikkatini çekti. Ardından Dynamic Radio’da hava durumu ve sonra da haber bültenlerini sunmaya başladım. Bir yandan verilen seminerlerde Oğuz’a asistanlık yapmaya başladım, bir yandan da üniversite öğrenimini sürdürdüm. Ege Üniversitesi Hidrobiyoloji Bölümü’nden mezun oldum. Okurken “Yeni TV Haber Merkezi”nde çalışmaya başladım. Televizyonculuk, yayıncılık virüsünü o zamanlar kaptım. TV kariyerim haber bültenleri, gece bülteni, hafta sonu ana haber bültenleri ve “Bu Gece” adlı günün son haber bülteni ile devam etti. Bu arada perfore ve seslendirmeler de yaptım. Daha sonra da televizyonculuğa 1998’de Kanal 1’de devam ettim. Burada da canlı yayınlara başladım. Sonra TRT’den gelen bir teklifi değerlendirerek burada da çalışmaya başladım.


Betül Mardin’le devam etti


Televizyonculuğu bıraktıktan sonra ne yaptınız?

- 2001’de yaşanan ikinci ekonomik krizle birlikte kapanan birçok gazete ve TV gibi TMSF’ye devrolan Kanal 1’den ayrılmak durumunda kaldım. O dönem medyada da yaşanan bu krizle bir yandan mesleğimin geleceğini sorgularken, bir yandan da İzmir’e ve İzmir’de neler yapabileceğimi düşündüm. Tam bu dönemde çalışmalarını her zaman hayranlıkla ve merakla takip ettiğim mesleğinin duayeni Betül Mardin’le tanışma fırsatı buldum. Halkla ilişkiler üzerine son derece faydalandığım görüşmeler yaptık, bilgi alışverişinde bulunduk. Ben Betül Hanım’a ve enerjisine bir kez daha hayran oldum ve bu işi yapmaya karar verdim.


■ İletişim danışmanı ve turizmci olarak nerede çalıştınız?
- Bu sektöre ilk adım atmam, 2002’de basın ve halkla ilişkiler koordinatörlüğü ile başladı. 2004’te genel müdür yardımcısı oldum ve ağırlıklı olarak kongre turizmi, proje ve etkinlik yönetimi ile medya ilişkileri yönetimi üzerine çalışmalarda bulundum. Sağlık turizmi ve otizme ilişkin kurumsal sosyal sorumluluk projeleri ile ülke ve bölge tanıtımına yönelik tanıtım projelerinin hazırlanmasında görev aldım. Aynı zamanda organize edilen kongrelerin, sempozyumların, açılış törenleri ve şirket etkinliklerinin program akışını ve metinlerini de hazırlayarak, eski mesleğim olan sunuculuğa da devam ettim. Aslında, yeni işimde de hala devam ediyorum. 2008 Temmuz’unda kendi şirketim olan “On-Art İletişim Danışmanlığı-Halkla İlişkiler-Turizm Şirketi”ni kurdum. Ağırlıklı olarak etkinlik yönetimi ve medya ilişkileri yönetimi üzerine hizmet vermeye başladım.


Kriz fırsata döndü..

Bu kriz ortamında kendi işinizi kurmaya nasıl cesaret ettiniz?
- Kriz dönemine denk gelmesinin elbette ki zorluğu var. Ama bu zorluklarının yanı sıra, insanın kendi işini yapması ve istediği şekilde çalışmalarını yönlendirebilme imkanı olması çok güzel bir duygu.. Bir de kriz dönemlerinin insanların yaratıcılıklarını tetiklediğine inanırım. Farklı ve alternatif projelerin oluşması, insanları daha fazla düşünmeye sevk etmesi nedeniyle iyi değerlendirilirse son derece olumlu sonuçlar da doğurabilir. Hani derler ya, “Krizler fırsatları da beraberinde getirir..” “On-Art” olarak konferans, seminer, bayi toplantısı, fabrika açılış törenleri, kongre ve sempozyumların etkinlik yönetimi ile insan kaynaklarına yönelik motivasyon seminerleri düzenliyoruz. Özellikle “yaşayarak öğrenme” dediğimiz bu takım çalışmalarını şirket performansına doğrudan olumlu etki yaratması dolayısıyla, özellikle kriz dönemlerinde firmalara tavsiye ediyoruz. Bunun yanı sıra, medya ilişkileri, basın toplantılarının organize edilmesinden basın danışmanlığına, yöneticilere konuşma metinlerinin hazırlanmasından, promosyon ve prodüksiyon çalışmalarına kadar uzanan bir danışmanlık hizmetimiz söz konusu. Bir de şirketimizin tüm bu faaliyetlerinin yanı sıra farklı bir markalaşma sürecine taşımayı amaçladığımız “Art 10 Fikir Atölyeleri” projesini başlattık.


İzmir’e yakışan projeler

■ Bir nevi sosyal sorumluluk projesi sayılabilecek “Art 10 Fikir Atölyeleri” projesi nedir?
- Uzun süredir üzerinde çalıştığımız bir konuydu. İzmirlilere güzel bir proje ve etkinlik kazandırdığımızı düşünüyorum. Benzerleri Avrupa ve Amerika’da çok popüler ve başarılı. 10 moderatör ve 10 ayrı konu seçerek, en fazla 12-15 kişilik oturumlar halinde gerçekleştireceğimiz söyleşi ve bilgilendirme programlarından oluşuyor. Katılımcıların moderatörlerle birebir iletişim halinde olabilmeleri ve söyleşilerden en fazla performans sağlamaları amacıyla sınırlı sayıda katılımla butik söyleşiler olsun istedik. 10 konu ve 10 moderatör diye yola çıkıldı ama, yelpaze daha sonra genişleyerek 15’i buldu. Projede yer alan moderatörler artınca, bu kez de “special art” bölümünü açtık. Bu kapsamda da her ay bir yazarımızı bir kitabıyla “special art” bölümünde yer alan “Art 10 Kitap Kulübü”nde ağırlayacağız. İlk yazarımız ise halen görüşmelerimizin sürdüğü “Aşk” kitabıyla bir kez daha adından söz ettiren Elif Şafak olacak. Ayrıca satış rekorları kıran “Şu Çılgın Türkler” ve “Diriliş” kitaplarının yazarı usta isim Turgut Özakman’ı da Kasım ayında ağırlayacağız. Atölye çalışmalarımız Eylül ayından itibariyle başlayacak.



Fikir Atölyeleri’ne kimler katılıyor?


■ Atölyelerinizle ilgili bilgi verebilir misiniz?
- Tarih Atölyesi: Geçmişten günümüze tarihi bir nakış gibi işleyen dünyaca ünlü tarihçimiz Prof.Dr. İlber Ortaylı olacak.
- Sinema Atölyesi: Sinema sanatının mihenk taşlarından yönetmen, yapımcı, akademisyen Prof.Dr.Oğuz Makal yer alacak.
- Edebiyat Atölyesi: Türk ve dünya edebiyatından unutulmaz eserler eşliğinde yapacağı söyleşilerle Pelin Batu ile gerçekleşecek.
- Seyahat Atölyesi-Dünya Medeniyetleri: Dünyanın dört bir yanından topladığı deneyimleri kendi üslubuyla anlatarak farklı medeniyetleri, kültürleri bizlerle tanıştırıp adeta yaşatacak Ayhan Sicimoğlu olacak.
- Türk Dili Atölyesi: “Dilim Dilim Anadilim”, “Türkçe Off” ve daha birçok kitabıyla Türk Dili’ne olağanüstü emek veren yazarlarımızdan, Türkolog Feyza Hepçilingirler yer alacak.
- Diksiyon ve Etkili Konuşma Atölyesi: Ekranlarda gördüğümüz pek çok TV sunucusunu yetiştiren duayen, TRT’nin Emekli Başspikeri Günay Oğuz bulunacak.
- Başarı ve Para Dünyası Atölyesi: Amerika’nın önemli yatırım bankalarından Bear,Stearns ve Wall Street analistlerinden, risk yönetimi uzmanı Suna Reyent.
- Ekonomi Atölyesi: Dünya Bankası danışmanlarından Nobel Ödüllü İktisatçı James Tobin’in asistanlığını yapmış, tanınmış yazar Emre Deliveli.
- Seyahat Atölyesi - İzmir Bölümü: Kentin kültürel ve tarihi değerlerine sahip çıkan, İzmir sevdalısı, tarih araştırmacısı
Sara Pardo.
- Fotoğraf Atölyesi: Dünyayı ve insanları en güzel karelere sığdıran, fotoğrafta kusursuz görüntünün dünyaca ünlü ismi Yusuf Tuvi.
- İlişkiler Atölyesi: “Geçinilmesi Zor İnsanlarla Geçinme Sanatı” adlı kitabıyla ses getiren, kendimizle ve çevremizle olan ilişkilerimizi düzenleyerek yaşam ve iletişim kalitemizi artıran Prof. Dr. Erol Özmen yer alacak.
- Arkeoloji Atölyesi: Arkeolog Elif Zengin Bıçakkıran.
- Felsefe ve Düşünce Kulübü: Dünyanın seyrini değiştirecek bir düşüncenin yaratım, oluşum ve gerçekleştirilme sürecine dair detayları entelektüel bakışı ile ortaya koyan akademisyen Hakan Dibel.
- Kitap Kulübü: Değişik ulusların edebiyatlarından kadınların uğraşlarını, mücadelelerini, başarılarını ve yaşamlarını, hem kadın, hem de erkek yazarların bakış açısından inceleyen, Yrd.
Doç. Dr. Nuray Önder.
- Sinema Kulübü: Dünya sinemasına damgasını vuran filmlerden, müzikallere ve Türk sinemasına uzanan bir film seçkisiyle sinemada iz bırakanları ele alan, sinema sanatına gönül vermiş akademisyen, yazar Dilek Tunalı bilgi ve birikimlerini paylaşacak.


Cinsiyet değil profesyonellik önemli


Yoğun iş hayatınızın yanı sıra dernek ve sosyal sorumluluk projelerinde de adınızı sıkça duyuyoruz...

- İzmir İş Kadınları Derneği’nin genel sekreteriyim. Henüz bir yıllık geçmişi bulunan İZİKAD’ın tanıtım çalışmalarında epey yoğun mesai verdim diyebilirim. Aynı zamanda “Uluslararası İş ve Meslek Sahibi Kadınlar Derneği İzmir Şubesi - BPW IZMIR”in de genel sekreterliğini yapıyorum. Çalışma yaşamında işin cinsiyetinden ziyade, profesyonelliğin önemli olduğuna inanıyorum. Ancak yaşadığımız erkek egemen toplumda iş kadının iş hayatındaki yeri ve öneminin artırılması, iş potansiyelinin geliştirilmesi için bu tür sivil toplum kuruluşlarının önemli olduğunu düşünüyorum. Sosyal sorumluluk projesi olarak ise Küçükyalı Anadolu Meslek Lisesi ve Kız Meslek Lisesi öğretmen ve öğrencilerine, Milli Eğitim Bakanlığı’nın Avrupa Birliği METGE (Mesleki ve Teknik Eğitimi Geliştirme Projesi) kapsamında 4 yıldır danışmanlık hizmeti veriyorum. Okulun mülakat sınavlarında sektör temsilcisi olarak yer alıyor ve etkinlik yönetimi, kongre turizmi, sempozyum organizasyonları ve halkla ilişkiler, medya ilişkileri üzerine seminerler düzenliyorum.


SEZİN'CE


İzmir’de, Eylül ayındanitibaren gerçekleştirilecek olan “Art 10 Fikir Atölyeleri” pojesini sevgili Ayhan Sicimoğlu’ndan ilk duyduğumda çok heyecanlanmış ve “Siz Egelilere bir de küçük müjdem var” diyerek köşemde duyurmuştum.


Akademi, sanat ve iş dünyasından önemli isimlerin moderatörlük yapacağı, bilgi birikimi ve deneyimlerini bizlerle paylaşacakları bir platform aslında bu proje.. Televizyon ekranlarının tanınmış yüzü Aylin Onart’ın, kendi soyadından esinlenerek İzmir’de kurduğu “ On- Art” şirketinin bir projesi.


Bu ustalarla yakından tanışma fırsatını bulacağımız, interaktif (etkileşimli) bir platformda gerçekleşecek olan bu atölye çalışmalarının İzmirliler için büyük bir şans olduğunu düşünüyorum. “İzmir’de yapılacak bir şey yok” diye yakınanlara sesleniyorum: Turneye çıktıklarında gelen tiyatrolar, arada bir düzenlenen konserler, festivaller, hafta sonu kahvaltıları dışında yapılacak birşey olmamasından şikayet eden biz İzmirliler için, “Art 10 Fikir Atölyeleri Projesi” gerçekten kaçırılmaması gereken bir etkinlik. İsterseniz mesleki bilgilerinizi, isterseniz genel kültür düzeyinizi arttırmak, ya da sosyalleşmek adına katılabileceğiniz anlamlı ve farklı bir proje. Benden söylemesi..


Sezin Sivri

Etiketler: , ,

Bonjour - Timur & Güniz Gönülşen

5 Temmuz 2009 Pazar - Posta Ege

Bonjour lezzetleri ve kalitesi artık Çeşme Boyalık’ta...
İçi modern dışı klasik



İzmir’in marka olmuş sembol mekanlarından Bonjur Restoran’ın ve Kordon Otel Pasaport’un sahibi Timur Gönülşen, ilk konuğumuz...

Gönülşen’le Çeşme Boyalık’ta yeniaçtıkları Bonjour Restaurant&BeachClub’da sohbet ettik. Sohbete, Bonjour Restoran ve Catering’in yöneticiliğini yapan, en küçük kızı Güniz Gönülşen de katıldı. Şanslı bir baba Timur Bey... Üç kızı var, üstelik üçü de baba mesleğini seçmiş. Gece-gündüz demeden, omuz omuza çalışıyorlar. Büyük kızları Melis ve Deniz, babaların hayallerini gerçekleştirerek yurtdışında turizm eğitimi almışlar, küçük kızı Güniz ise en zorunu başarmış; üniversite eğitiminden sonra bir de ‘Timur Gönülşen Üniversitesi’nden mezun olmuş (!)


■ Bu kriz ortamında, Çeşme’ye böyle bir yatırım yapma düşüncesi nasıl ortaya çıktı?
- T.G: 10 yıl önce almıştım burayı. Ancak sekiz sene SİT Kurulu’nun izin vermesini bekledik. Beklediğime de deydi. Ne kadar kazandığım önemli değil, İzmirli dostlarımın yaz adresi Çeşme’de de olmak istedim. 250 kişinin yemek yiyebileceği, açık ve kapalı terası olan, deniz manzaralı bir restoranımız, kendimize ait plajımız ve snack barımız var. Ayrıca yine deniz kenarında da 500 kişiyi ağırlayabileceğimiz düğünler ve nişanlar yapacağımız bir banket alanı var. Kendi otoparkımız da mevcut.


- G.G: Öncelikle Çeşme’de tanıdıklarımıza Bonjour hizmeti vermek istedik. Bir tek konaklama yapamıyoruz burada. Düğün organizasyonu, catering hizmeti, akşam yemeği, gündüz beach olmak üzere her türlü hizmeti vermeye çalışıyoruz. Kendi iş kolumuz olup da burada yapamadığımız tek şey konaklama. Onu da 1-2 yıl içinde gerçekleştirmeyi planlıyoruz.


■ Çeşme’de henüz çok yenisiniz, açılalı bir hafta oldu. Nasıl gidiyor işleriniz?

- T.G: Herkes tanıdık. Çoğu arkadaşım. İlk haftamız olmasına rağmen hafta sonu plaj doluydu. Hafta sonu kafa dinlemek için gelenlerin tercih edeceği bir plaj burası. Kesinlikle yüksek ses ve yüksek ritimler yok. Hafif, yormayan müzikler eşliğinde; huzur içinde dinlenmek, güneşlenmek isteyenlere hizmet etmek istiyoruz. Ses konusunda oldukça hassas davranıyoruz. Komşu evlere, komşu sahillere rahatsızlık vermek istemiyoruz. En önemlisi, alıştığınız Bonjour kalitesini ve ortamını bulacaksınız burada.


■ Alıştığımız Bonjour yemeklerini bulabilecek miyiz?

- T.G: Restoranımız dünya mutfağı, et ve balık ağırlıklı... Klasik Bonjour mönüsünü burada da bulabileceksiniz. Kızım Güniz, otelin yiyecek ve içecek müdürü. Banket ve yemek işleri ondan sorulur.

- G.G: Yemekler aynı, yapan ustalar aynı. Sadece sunumu değiştirdik. Pişirme şekli, tat, lezzet, içerik aynı. Kısacası içi modern, dışı klasik.



■ Uzun yıllardır hep aynı kalitede kalmanızın, Bonjour yemeklerinin hep standart ve aynı lezzete olmasının sebebi sizin mutfağı bu kadar iyi biliyor olmanız mı?
- T.G: Personel aileden gibi ve çok sahiplendiler. Kayınvalidem Suzan Hanım’ın zamanından, yani 1961’den beri, bizim mutfaklarımıza hiçbir zaman şefler öne çıkmamıştır. Daima tarifler önderdir, önemlidir. Biz de işimizin başında olduğumuz için daima her şeyi kontrol altında tutarız. Şimdi aşçıbaşı ayrılsa, ben aşçıbaşından daha iyi aşçıyım... Laf söylediğiniz vakit bizi patron olarak değil, işi daha iyi bildiğiniz için dinlerler. Tabii sadece ben değil, bütün kızlarım böyle etişti, hepsi otelcilik okudular.

- G.G: En zor okulu ben bitirdim diyorum, ‘Timur Gönülşen Üniversitesi’ (!)



■ Zincir hizmetlerde ikinci bir restoran açıldığında tat ve kaliteyi yakalamak oldukça zordur, siz bunu nasıl başaracaksınız?

- T.G: Buranın tüm sorumluluğu teyzemin oğlu Kasım’a ait. Kasım, yıllardır Bonjour içinde yetişmiştir ve bu işi benim kadar biliyor. Aynı havayı soluduğumuz için nerden hata yapılabilineceğini ve başımıza ne gelebileceğini biliyoruz. Bir de tabii tarifler önemli. Ayrıca ben de buradayım. Sabah İzmir’deydim, öğlen buradayım, akşam yine İzmir’deyim...



Burası için yeni yatırımlarınız olacak mı?

- T.G: Hep aklımda buraya Uzakdoğu’daki otel tarzına yakın, küçük süitler yapmak var. Tamamen doğal malzemelerden yapılmış. Orlando seyahatimizde Hawaiin Beach’e gitmiştik, oradan etkilenmiştim. Her ağacın altına bir bungalow saklamışlar. Aklımdan öyle bir şeyler yapmak geçmiyor değil. En azından içinin dizaynını o şekilde yapabilirim.


Otelcilik ve restoran işi yapmasaydınız ne olmak isterdiniz?

- T.G: Yine otelci olurdum. Belki müzisyen de olurdum. Zaten yarı müzisyen sayılırım. ‘Maça 5’lisi’ grubunda müzik yapıyorum. Hala çalışıyoruz. 11 ve 17 Temmuz’da Altın Yunus Otel’de çalacağız.


Gelecekle ilgili hayaliniz nedir? Gözlerinizi kapadığınızda 5 yıl sonra kendinizi ne yaparken bulmak istiyorsunuz?
T.G: New York’ta otel açmak istiyorum. Yer bakıyorum. Kızım 2 tane alternatif gösterdi bile. Manhattan’da yapmak istiyorum. New York’ta lokanta açmak İzmir’den daha pahallı değil.


■ Oldukça eskilere dayanan bir deneyiminiz var. Bir o kadar da hatıranız.. Tüm bunları kitap yazarak anlatmayı düşündünüz mü?


T.G: Güniz’le beraber bu işi yapabiliriz. O seri yazıyor, ben ancak konuşurum... Eğer anılarımızı bir yere yazarsak bu komedi kitabı olur. O kadar özel şeyler var ki! Her gün değişik insanlar geliyor.




Lokantası’ndan, Bonjour Restoran’a!
Timur Gönülşen’in kızı Güniz, ailenin restoran işletmeciliğine giriş öyküsünü anlattı:


■ Aileden gelen restorancılık serüvenini senin ağzından dinleyebilir miyiz?
- G.G: Babamım babası, yıllarca Konak’ta Atıf Lokantası’nı işletmiş. Babam üniversite eğitiminin yanı sıra aile içinde orada da eğitim almış. Hem üniversitede okumuş hem de Kemeraltı’ndaki döner lokantalarını işletmiş. Bu arada annemle evlenmişler. Annemin de annesi ve babası Bonjour Restoran’ın sahipleriymiş. Anneannem Alman’dı. Pizza, şinitzel, mayonezli patates salatası, kremalı tavuk çorbası gibi yemekler o dönemde pek İzmirlilerin bildiği şeyler değildi. Aynı zamanda pastaneleri de varmış. Almanya ve İstanbul’dan alınanmalzemelerle badem ezmeleri, pastalar yaparlarmış. Dolayısıyla da annetarafımın işini devam ettirmeye karar vermişler.


■ Bu kadar güzel yemeklerin arasında nasıl oluyor da kilo almıyorsunuz?
G.G: Koşuşturmaktan oturup yemek yemeye fırsatımız olmuyor. Eve gidince
‘Bugün ne yedim’ diye düşündüğüm oluyor. Bir günü tek sütlü çayla geçirdiğimiz
oluyor. Unutuyoruz yemek yemeği.. Yedirmek ve memnun etmek daha keyifli.



Sezin Sivri

Etiketler: , , ,

Ayhan Sicimoğlu

19 Temmuz 2009 Pazar-Posta Ege

Ayhan Sicimoğlu bütün hobilerini işe dönüştüren bir dünya sanatçısı.
Türkiye’nin modern Evliya Çelebi’si

Dünya onu “Latin Müzik Ustası Türk” olarak tanırken, biz ise O’nu “Hastasıyım” ile tanıdık. Aslında hepimizin yaşamına Ayhan Sicimoğlu farklı yönleriyle girmiştir; bir çoğumuz “Renkler” programıyla, bazılarımız “Radyo Oxi-gen”deki DJ’liğiyle, bir kısmımızda “Fotografçılığı”, “Latin All Star Grubu”, veya “Perküsyon Ustası” kimliğiyle tanımıştır O’nu..

Yıllarca dilimizden düşürmediğimiz, MFÖ’nün “Peki Peki Anladık” şarkısındaki “Sen neymişşin be abi”sinin, hatta “Deli Deli Kulakları Küpeli”nin “Delisi”nin de Ayhan Sicimoğlu olduğunu biliyor muydunuz! MFÖ’nün ilk albümünün kapak fotoğrafı da O’nun.. Yani deyim yerindeyse, tam bir keyif adamı, deniz tutkunu, iyi bir yelkenci, sualtı arkeoloğu, usta bir aşçı ve şarap gurmesi. Bütün hobilerini işe dönüştürmeyi başarabilmiş modern bir “Evliya Çelebi”..

Perküsyon, Latin Müziği denilince sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada akla gelen ilk isimlerden biri olan Ayhan Sicimoğlu uluslararası üne sahip bir sanatçımız. Yıllarca Londra, Roma, Milano ve son olarak New York’ta yaşamış ve müzik yapmış. Şimdiye kadar Latin dünyasının birçok ünlü ismini Türkiye’ye konuk olarak getirmiş. Kendisini “butik sanatçı” olarak tanımlayan Ayhan Sicimoğlu’nu bu nedenle sadece müziğiyle anmak ve anlamak kesinlikle yeterli değil.

Sicimoğlu sanatsal yönünün yanı sıra, oldukça renkli bir kişiliğe sahip. Üstelik bu renkli kişiliği tüm ihtişamı ile giyimine de yansımış. Gelin, on parmağında on marifet olan, çılgınlıkderecesindeki bu hiperaktif, zeki adamı kendi ağzından dinleyelim.

Ayhan Sicimoğlu şimdilerde neler yapıyor?
- TV programı, konserler devam ediyor. Bir de
ikinci bir CD üzerinde çalışıyorum.
Adını da “Hastasıyım” koyayım diye düşünüyorum!

■ Neden?
- Önüne gelen bana “Hastasıyım” diye bağırıyor.
Konserlerde hem bayanlar hem de erkekler, herhalde
müziğin ritmiyle coşunca hissettiklerini böyle
haykırıyorlar. Hakiki İstanbul müziği bizim yaptığımız.
Anne ve babalarımızın 60‘larda dinlediği müzikler; cha
chalar, mambolar, bolerolar... Bir de klasik Türk müziği,
Saray Müziği var tabi ki. Yeni CD, Akdeniz Latin müziği
üzerine olacak. Yurt dışından ustalar gelecek. Kübalılar,
Kolombiyalılar, New York’dan dostlarım gelecekler. Hepsi
Latin kökenli müzisyenler. Kızım Ayşe sopranodur.
Hanımefendi lütfederse, kabul ederse, onun için klasik
müzikle ilintili bir parça da yer alacak albümde. Kızımın İlk
CD’de de bir parçası, aryası vardı. Kübalı şarkıcı Armando
Miranda kızımın parçasını dinlediğinde, “Melek
sesli kızınla ikinci CD’de düet yapmak istiyorum”
demişti. Şimdi bir aşk şarkısı yazacağım onlara.

Kızım müziğimi sevmiyor
Kızınıza albümdeki parçaları “yalvar
yakar” mı söyletiyorsunuz? Soprano olmasında
sizin payınız var mı?

- Evet, operacı olduğu için böyle şeyleri biraz
küçümsüyor. Onun için müzik klasik müzik. O
ilkokuldayken New York’ta oturuyorduk. Her sabah
onu okula götürürken yolda arya dinliyorduk. O
yaşta hepsini ezberlemiş meğer. Sonra Paris’te
konservatuvar eğitimi aldı. Gecenin bir yarısı
evde arya söyler, enteresan bir kızım var.

Siz nasıl müzisyen oldunuz?
- İlkokuldan itibaren Amerikan kolejinde okudum
ve o zamanlardan beri müzik yapıyorum. Babam her
çocuğum en az bir ensturuman çalacak, iki dil bilecek
derdi. Benim sanatla uğraşmam hep hoşuna giderdi.
Çocuk para kazansın, tüccar olsun diye düşünmezdi. Ben
her zaman müziğin içindeydim.

Evde ne tür müzik dinliyorsunuz?
- Kızım vasıtasıyla evde klasik müzik dinliyorum.
Bir de tabii benim de çaldığım Latin müziği. Plak şirketleri
dinlemem için yurt dışından CD’ler yolluyorlar. Radyo Oxi-
Gen’de “Latino Time” diye programım vardı. Oxi-Gen satıldı
ve program durdu. O programla Kaliforniya‘daki “Latin
Beat Magazin” beni Dünya’daki top 20 Latin müzik radyo
programı içinde sekizinci seçmişti. Bu listede başka bir
Türk programı da yok. Bu sayede bana CD yağmaya başladı.

Türkler yanlışı merak ediyor
“Renkler”isimli sıra dışı bir televizyon
programı yapıyorsunuz, nasıl bir program bu?

- Bir kültür - yaşam programı. İnsanların hem eğlenip,
hem merak edip, sonunda tortu bırakan bir şey seyretmesi
lazım. Bir şeyler öğrenmeleri lazım. Türkler meraklı
insanlar ama, bence yanlış şeyleri merak ediyorlar.
“Futbolcunun manken sevgilisi kim? Dört tane kadın bu
sene hangi mayoyu giymiş?”, daha çok bunları merak
ediyorlar. Amerika’dan döndüğümde kızımın odasında koca
bir cümle yazılıydı; “BEN BİR DAHİ DEĞİLİM SADECE
MERAKLIYIM”.. Albert Einstein’ın bir sözü! Türk milleti
doğru şeyleri merak etse çok başka yerlere giderdi. Mesela,
bizim milletimizde kaşif yok! Yeni nesil zaten toptan
meraksız. Anneler çocuklarına çok soru soruyor
diye kızıyorlar, ondan sonra çocukların merakı
köreliyor. Ben meraksızlığı buna bağlıyorum.
Sizin programınızı bu kadar ilginç kılan,
“hastası” yapan ne?

- Benim programımda sıkılmazsınız, dinleyeni eğlendirir.
“Bu adam nereye gidiyor, hangi lisanı konuşuyor” diye
merak ediyorlar. Sonunda tortu kalıyor izleyicilerde. Seyirci
bunun farkına varmıyor, kahvenin telvesi gibi. Nasıl şarap
içilir, nasıl oturulur, nerede neyi giymek gerekir bunları
görüyorlar. Selimiye Camisi hakkında bir program yaptık.
Asla espri olsun diye anlatmıyorum. Araştırmacı bir Japon
mimar bu camiye geldiğinde yere yatmış, kubbeye
bakıyormuş. “Bu kubbe burada nasıl duruyor” diye, baka
kalmış. Ben de programıma böyle başladım; yere yattım,
“Burası Selimiye Camii, Japon bile gelmiş buraya, yere
yatmış! Mimar Sinan’a bak.. Ya hastasıyım bu adamın şuna
bak.. Ya öperim ben bunu” dedim. Millet bayılıyor, bu sefer
kanalı çevirmeden zevkle izliyor.
Niye yapmış, nerden esinlenmiş, ışık oyunları
falan, nasıl ayakta duruyor hepsini anlatıyorum.
Özetle; seyahat, kültür, yemek programı.

“Butik” bir adamım
■ Ayhan Sicimoğlu nasıl birisi?
- Çok popüler birisi değilim. Butik bir adamım. Her Türk
erkeğinin olması gerektiği gibi biri olmaya çalışıyor. Biri
demiyorum! Her Türk erkeğinin olması gerektiği kişi
olmaya çalışıyor diyorum. Bu ne demek; Osmanlı kültürü,
dünya insanı, memleketini seven, Atatürk’çü, geniş
vizyonlu, ailesine çocuklarına düşkün, para dışında
değerleri olan, -bazı insanların değer sıralamasında para en
üst sıralarda- buna göre hareket etmeyen.. Türkiye’nin
problemi bu; yani, cehaletin altında yatan gerçek neden,
paranın birinci sırada gelmesi. Geçen gün şoför anlattı. Bir
arkadaşları varmış, çocukları hasta ve açmış. Adam
kazandığı para ile onlara bakmayıp, cebine kontör
alıyormuş. Bunlar da aralarında para toplayıp arkadaşının
çocuğuna bakıp, yardım ediyorlarmış. Adamın 5 tane cep
telefonu varmış. Benim yok! Al işte, eski model bir cep
telefonum var. İşimi görüyor, memnunum. O adamın
cehaletine nasıl üzüldüm. Hükümet için de sıralama
aynı. Arsalar satılıyor, ama bakıyorsun arabalara park
yok! Bırak arsayı arap şeyhine satmayı, park yap önce.
Yaşama alanımız olsun. Böyle bir şey olabilir mi?
Bu farklı kıyafetleri nereden alıyorsunuz?
- Çok iyi para kazanmıyorum. Kazandıklarım bana
yetiyor. Biz eskiden kimin babası ne iş yapıyor, ne
kadar zengin bilmezdik. Bu konular pek konuşulmazdı.
Rolex saatlerle zenginlik gösterilmezdi. Şimdiki nesillere
bak, hemen gösterişe gidiyor. Olmayan da gösteriş
yapıyor üstelik. Üzerimdekiler çok ucuz değil ama, marka
da değil. Her yerden alıyorum. Giyim meselesi insanın
başkasına olan saygısıyla alakalı bir şey.
Tatile nereye gidersiniz?
- Seyahat hep var yaşamımda.. Ben tatil yapamıyorum,
sıkılıyorum tatilde. Gittiğim her yere kameramanımla
gidiyorum. Önceden konu belirlemiyorum. Gezerken
konular kendiliğinden çıkıyor. Geçenlerde Göcek’e okul
arkadaşımın teknesine gittim. Bir gün sonra sıkılmaya
başladım. Yüzdüm, güneşlendim olmadı. Yerimde duramam,
hiperaktifim. Bir baktım, kayalara “Ali Ayşe’yi seviyor”,
“Bilmem ne lokantası” gibi yazılar yazmışlar. Mahvetmişler
kayaları. Kendimi iple bağlayıp kayaları tinerle silmeye
çalıştım olmadı. Çekiçle kazımaya çalıştım olmadı, gece
uyuyamadım. Boya aldım; beyaz, siyah ve kahve. Sonunda
kayaların rengini tutturdum. Tüm o yazıları üç günde
sildim. Çok yoruldum ama bence güzel bir tatil oldu.

Yemek merakınız nereden geliyor?
- Beş sene İtalya’da oturdum. İtalyan erkeklerinde
yemek yapma kültürü vardır. Nasıl bizim ülkemizde
erkekler kendi aralarında maçtan, futboldan bahsederse,
onlar da gerçi futboldan konuşuyorlar ama, asıl
yemekten konuşurlar. Yemek yapar erkekler. O
kültürden etkilenip yemek yapmaya başladım. Yemek
ve müzik yapmak aynı aslında. “Neyin yanında neyi
kullanırsanız lezzetli olur, bu parçaya ne yakışır” gibi...

Kendi yemeklerinizi kendiniz mi yapıyorsunuz?
- Hayır. Arkadaşlarıma yemek yaparım, bir de yeni
lezzetler denerim. Yemek yapmayı bir sanat olarak
görüyorum. Resim gibi, müzik gibi benim için. Ben sadece
akşamları yemek yerim, gündüz yemem. Sabah erken
kalkar yürüyüş yaparım. Kahvaltı etmem, sütlü çay içerim,
öğlen de ayran içerim. Akşam az yemeğe çalışırım.

■ Aslında fotoğrafçılık okudunuz?
- Fotoğrafçılık okudum. Sanat yapıyorum. Tüm
bunlar adama altyapıyı hazırlar. Müzik, yemek, seyahat,
yelken bunların hepsini seviyorum. Aynı zamanda iyi bir
dalgıcım.

Peki fotoğraf çekmeyi neden bıraktınız?
- Korkuyorum vaktimi alacak diye. Kamera daha
farklı. Hem görsel, hem de konuşup bir şeyler
anlatabiliyorum. Yani hareket var.

Ben sizden bir de film senaryosu bekliyorum aslında!
- Türk insanı komedi filmi seviyor, ben de komedyen
değilim. Ama beynimde yeni bir sayfa açtın. Bir film
yapabilirim, ya da bir filmde oynamak isterim. Aslında
yapmak istediğim yeni programlar var. Ama TV kanalları
kaynak bulabilirse yapacağım. Kısa hikayeler
yazıyorum. En son 1924 mübadele döneminde
Selanik’den gelen bir ailenin Alaçatı’ya
yerleşmesini anlatan hayali bir hikaye yazdım.
İyi bir yönetmenle denenebilir, güzel fikir..
Gelelim Çeşme’ye.. Nasıl buluyorsunuz?
- Buraya, Yarımada’ya artık bir çivi bile
çakılmaması lazım. Yeterince doldu. Her önüne
gelen sokağa masa koymamalı. Bizde emsal diye bir
şey var, bunu durdurmak lazım . Alaçatı’yı seviyorum.
Tuval’de yerim. Arkadaşlarımın evlerinde yemek yaparım.
Mezattan balık alırım. Geçenlerde arkadaşlarıma İskorpitli
makarna yaptım, çok da güzel oldu.


‘SEZİN’CE...

Ayhan Sicimoğlu ile röportaj yapma fikri aklıma ilk geldiğinde, “müziğin, dansın, yemeğin” ustası ile bu üçlemeye en çok yakışacak, “Aşk ve Kadınlar” üzerine söyleşmek istedim. Ama Sicimoğlu’nu ikna edemedim. Çok da zorlamadım desem yeridir. Mazhar Alanson, O’na yazdığı , O’nu anlatan “Peki Peki Anladık” şarkısında bile, “En güzel kızı sen kaptın” diyordu üstelik. Bu şarkı benim de esin kaynağım olmuştu röportaj için. Bu çizgide anlatacağı çok şeyi olduğundan kesinlikle emindim. Kim bilir, belki bir gün, aşk ve kadınlar üzerine de konuşuruz Sicimoğlu’yla...
Geçen hafta Alaçatı’nın ünlü restoranlarından Tuval’in Ilıca Otel’deki yeni mekanı açıldı. “Tuval On The Beach”in açılış gecesinde “Ayhan Sicimoğlu Latin All Stars” sahne aldı. Deyim yerindeyse, kimse yerinde duramadı. İnanılmaz bir atmosfer vardı. Dolunay eşliğinde, arkada deniz, sahnede “Latin all stars” ve renkli giyim tarzıyla Ayhan Sicimoğlu.. Bu görsel şölenin eşliğinde muhteşem bir müzik dinledik.
Yakışıklılığını, karizmatik havasını, renkli gözlerini, açık tenini, sarışına yakın saçlarını, boyunu ve posunu babası Şahap Sicimoğlu’ndan almış. Ayhan Sicimoğlu’nun televizyondaki farklı ortamlar, değişik yüzler, ilginç hikayalerle dolu “Renkler ve Sesler” programını da kaçırmamanızı tavsiye ederim. Beğendiği şeyleri görünce dayanamayıp, “hastasıyım” diyerek anlatması, hatta arada bir gidip öpmesi müthiş bir renk katıyor programa. Bence programın bu kadar tutmasının ve her kesimden, her meslekten insanlar tarafından takip edilmesinin sırrı; renkli ve farklı bir kişiliğe sahip Ayhan Sicimoğlu’nun ekranda da aynı kendisi gibi, yani doğal olması. Aslında bu kadar hızlı konuşan birisinin televizyon programı yapması, sunması bir dezavantaj. Ama O, yedi lisan konuşabiliyor ve hem hiperaktifliği, hem de gittiği her ülkenin kendi dilinde rahatlıkla sohbet edebilme avantajıyla seyirciyi kendisine bağlamayı biliyor.

Bir öneri
Belki duymamış olabilirsiniz, sizlere buradan güzel bir haber de vereyim! Benim için önemli ve kaçırılmayacak bir fırsat bu; “10 değerli Yaşam Gurmesi”, önümüzdeki günlerde İzmir’e geliyor. “Art 10 Fikir Atölyeleri”nde, sinemadan edebiyata, tarihten ekonomiye, seyahatten mitolojiye, fotoğrafa kadar, farklı kavramlar, dönemler, ekoller, meslekler ve deneyimler tartışılacak. Etkinlikler; sorular, cevaplar, birebir, yüz yüze diyaloglarla her konunun ustasıyla söyleşiler şeklinde yapılacak. Bu, 10 yaşam gurmesin den bazılarını sizlerle paylaşayım. Ünlü tarihçi Prof. Dr. İlber ORTAYLI, yönetmen yapımcı Prof. Dr. Oğuz MAKAL, ünlü fotoğraf sanatçısı Yusuf Tuvi.. Ve tabi ki; dünyanın dört bir yanından topladığı deneyimleri kendi üslubuyla anlatarak farklı medeniyetleri, kültürleri bizlerle tanıştıracak, yaşatacak, otantik ortamların anlam kattığı dünyanın en güzel noktalarına eğlenceli yolculuklara çıkaracak çok yönlü sanatçı Ayhan SİCİMOĞLU... İşte ilgisini çekenlere, “10 moderatör - 10 değişik konu”... Peki, ne zaman ve nerede? Söylemem.. Onu da bir zahmet gazetelerden siz takip edeceksiniz!
Sezin Sivri

Etiketler: , , , , ,